Herkese merhaba ☀️🌞😃
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Yazardan okuduğum üçüncü kitap. Açıkçası ben bu kitabını pek beğenmedim. Kitabı özetleyecek olursam; Yazarın okuduğum iki kitabında iyi kötü bir hayal gücü ile bir şeyler canlanıyordu, bende ama bu sefer olmadı. 1972 yılında “En iyi Roman” dalında Nebula ve 1973 yılında yine aynı dalda Hugo Ödülüne layık görülmüş. Üç ayrı hikayeden oluşuyor ve her biri birbiri ile uyumlu bir şekilde devam ediyor. Robert Silberg ile yaptığı konuşma ile Plutonyum-186 izotopunun olmadığını / olamayacağını belirtir. Ve bu sohbette, bu izotopun olması İçin hangi koşullarda ihtiyacı olduğunu tartışırlar. Böylece fikirlerini metine dökerek romanın temelleri atılmış olur.
Dünya ekolojik ve ekonomik bir dar boğazın pençesindeyken, insanlığın kaderini değiştiren olay 3 Ekim 2070 tarihinde ortaya çıkar ve doktora tezinin mürekkebi kurumamış olan Fredick Hallam, Tangstedt madeninin bulduğu kanın karıştırıldığını fark edince öfkelenir. Şişenin içindeki maddenin değiştirildiğini bile iddia eder. Analiz edilmek için gönderilir. Gelen sonuç devrimdedir. Bu sonuçta evrenimizde bulunmayan bir maden vardır. Analiz tekrar edilse de sonuç aynıdır. Ve bu madene Plutonyum-186 adı verilir. Farklı fizik kurallarına sahip iki paralar evren arasında değiş tokuş yapıldığı anlaşılır. Ve bu anlaşılma ise Evrenler Arası Elektron Tulumbası keşfine zemin hazırlar. İnsanlık bir tehdit ile karşı karşıyadır.
Dünya’da tüm bunlar olup biterken, romanın ikinci bölümde diğer evreni ve evrenlileri okuyoruz. Söz konusu evrende zaman bizimkine göre farklı akmakta, atomlar alışılmışın dışında davranmakta ve yaratıklar hayal gücümüzü fazlasıyla zorluyor. İlk dikkat çeken ise bu yaratıkların iki belirgin türden oluşmalarıdır: Yumuşaklar ve Sertler. İsimlerini formlarından alan bu türler, toplumsal yapı olarak da farklı katmanları temsil etmektedirler. Sertler, bilgelikleri ve düzen sağlayıcılıklarıyla göze çarparlar. Katı formdadırlar ve Yumuşaklar’dan farklı bir ortamda yaşamaktadırlar. Hafif, uçucu ve geçirgen formlardan ibaret olan Yumuşaklar ise toplumun çoğunluğu konumundadırlar. Bunun yanı sıra kendi içlerinde üç cinsiyete sahiptirler: Sağ, Sol ve Orta cins…Sağ cins, erkeksi ve gelişkin aile duygularına sahipken, Sol cins mantığa ve zihni çalışmalara olan hakimiyetiyle öne çıkar. Orta cins ise bu iki farklı cinsi bir araya getirme görevini üslenen çocuksu, heyecanlı ve duygusal canlılardır. Bu üç cins, Sertler’in yönlendirme ve ayarlamalarıyla aile olmak üzere birleşirler.
Üçüncü ve son bölümde ise kendimizi bir Ay kolonisinde buluyoruz. Ay üzerinde kurulmuş olan toplumun zaman içerisinde Dünya’dan nasıl farklılaşıp kopma noktasına geldiğini okuyoruz. Her şeyden önemlisi ise Ay hem Elektron Tulumbası konusundaki kuşkuların netleşmesinde ve hem de insanlığın kurtuluşunda stratejik bir öneme sahip olacaktır. Paralel evrenler arasında oynanan satranç oyununda sona doğru yaklaşılırken, artık yapılan her hamle insanlığın var olmakla yok olmak arasındaki yazgısını da belirler.
Açıkçası yazarın başka bir kitabını okur muyum bilmiyorum ama bilimkurgu türündeki kitaplar bana göre değilmiş ya da yazarla bir uyum sağlayamadık.Keyifli okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder